İzleyiciler

3 Şubat 2010 Çarşamba

Yarım porsiyon aşk, yarım porsiyon hayat...


Bu bir yol hikayesi değil. Ne de yol hakkında bir hikaye... Bu bir aşk hikayesi değil. Ne de aşk hakkında bir hikaye... Bu , çaresiz bir genç kızın bir yolda yakalandığı bir sevdanın hikayesi... Bu, talihsiz bir zamanlamanın hikayesi...

Kasım ayının şiddetli yağmurlarıdan birine yakalanmıştı. Kabanını üzerine giymek yerine, başının üzerine öylece örttü. Koşarak kaldırımları aştı. Yeşil ışığın yanmasını beklemeden, caddeden karşıya, hayatını hiçe sayarak geçiverdi. Otobüse yetişmek zorundaydı nasıl olsa. Durağa otobüs geldiğini görebiliyordu. Biraz daha hızlandırdı adımlarını. Nihayet büsbütün koşmaya başladı yakalayabilmek için otobüsü.



İnsanlar birbirleri iterek, zaman zamansa bir çeşit amerikan dövüş sahnesindeylermişçesine omuz atarak , yere düşen bir genç kıza da aldırmadan otobüse binmeye çalışıyorlardı.



Gece de aldırmadı. Yere düşen kızı düşünmeye vakti yoktu. Acelesi vardı, bindi otobüse... Kalabalık içinde kendine bir yer seçti. Çevresine bakıverdi kısaca. Ne hırsıza benzeyen bir genç, ne de kötü kokan bir akşamdan kalma vardı. Sabahın bu saatinde iyi bir yer seçmişti. Gurur duydu kendisiyle. Bir durak geçivermişti bile...


Otobüse bir genç bindi. Sarı uzun saçları omuzlarına değiyordu. Mavi gözleriyle ortalığı süzdü. Önemli olan potansiyel bir sapık gibi görünmeden birilerinin yanında durabilmesiydi. Tam o tobüsün ortasını, camla otobüs ortasını sinsice kesen çubukların olduğu alanı seçti kendine. Gece'nin yanını...


Gece nefesini tuttu. Sanki nefes alıp vermeye başlasa, kalbinin sesi tüm otobüsü titretecekti.

Nefesini uzun süre veremedi...


Genç Jeremy İngiliz baba ve Türk annenin tek çocuğuydu. Türkiye'de büyümesine rağmen ingiliz gözlerini gizleyemiyordu. O mavi gözler bir şekilde Gece'nin siyah gözleriyle buluşuverdi. Bir şeyler söylemek zorundaydı Jeremy. Ne diyeceğini bilemedi...


"Çapa kaç durak sonra acaba?" dedi saçmaladığını hissederek.

"Daha üç durak var. " dedi Gece. Sesi kontrollüydü. " Ben de orada ineceğim. Size söyleyebilirim"


"Çok teşekkürler" dedi Jeremy. Başka bir şey sormalıydı. "Siz" dedi. Siz diyebildi...

"Nereye gidiyorsunuz?"


"Ben" dedi Gece. Ben diyebildi.


Otobüsün ani freniyle Jeremy'nin kollarındaydı şimdi. Yüzü utançtan kıpkırmızıydı. Belediye otobüsü önünde duran 90 model araca çarpmıştı. Uzun bir prosedür gerektiren zor bir durum diye düşündü Gece. Otobüsten bir an önce inip taksiye binmesi gerekiyordu. Zamanı çok değerliydi. Ama öyle yapmadı. Hızlıca doğrulurken, Jeremy'nin yüzüne baktı. Otobüsten inme isteği sezinleyememişti onda. Gece kalmaya karar verdi. Fazladan on dakika. Adını bile bilmediği bu genç adamla fazladan on dakika kalmasının ne zararı olabilirdi ki.


Jeremy ne anlatması gerektiğini bilemedi. Bir şeyler anlatmak istiyordu. Yapamadı... Belki de Çapa'da kız arkadaşıyla buluşmak yerine, Gece'yle, adını bile bilmediği bu genç kadınla bir yerlerde bir şeyler içmeye gitmeliydi. Yaklaşık on dakika boyunca sessizce beklediler... Karar verme zamanıydı...


"Daha uzun sürecek galiba. İsterseniz beraber taksiye binelim" dedi Jeremy sonunda. Gece utançla başını salladı. Bir süre sonra sırılsıklam olmuş bir halde taksideydiler. Bir şey konuşmaya vakit kalmadan Çapa'ya gelmişlerdi bile.

Jeremy bir şeyler içmeyi teklif etmek üzereydi ki, Gece'nin telefonu çaldı.


"Babam" diyebildi Gece sadece. Bu aralarında geçen son konuşma oldu. Şiddetli yağmur altında Gece, koşarak hastaneye girdi.


Babasının son anına yetişememiş, koluna vurulan sakinleştirici iğnenin etkisiyle bir sedyede yatıyordu şimdi. Her şey silik, her şey karanlıktı onun için... Ne kaza yapan otobüs, ne adını bilmediği mavi gözlü genç , ne de kalbinin deli gibi çarpışı vardı aklında... Başından beri otobüse binmek yerine taksiye binmiş olsaydı, belki de babasının son anlarında yanında olabilecekti.


Jeremy ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ne olduğunu anlayamadı. Bir şans eseri karşılaştığı bu güzel kadın, ellerinden kayıp gitmişti öylece... Peşinden mi gitmeliydi ? Yapamadı. Orada öylece bekledi. Yağmurun altında sırılsıklam olana kadar bekledi... Hastaneden çıkan olmadı...

Aynı saatlerde Jeremy'nin kız arkadaşı on beş dakikadır buluşma yerindeydi. Gelen giden olmadı...


Jeremy gelen ilk otobose bilinçsizce bindi. Bir kaç dakika sonra otobüsten şiddetli bir patlama duyuldu. Ne yazık ki ölen iki kişiden biri, bombayı üzerine sarmış olan Hamit, diğeri o anda aklında Gece'den başka bir şey olmayan Jeremy'di.


O gün, Gece'nin aklında hep talihsiz bir gün olarak kaldı. Her şeyi yarım kalmış, talihsiz bir gün. Ne yol hakkında, ne aşk hakkında...

Venüs'ün Fiyatı...


"Yaratıcı olmakla ilgili herşey..." dedi öğretmeni, resim öğrencisine. "Yoktan var edebilmekle, çirkini güzel görebilmekle, zor olanı kolay gibi resmedebilmekle ilgili"

Öğrenci cevap vermeye hazırlandı. Dudaklarının arasından bir " Ama" dökülüverdi.

"Ama değil" diye kesti sözünü öğretmen. "Nasıl yapacağını bilmiyorsan burada işin yok" Sonra da hızla çıkıp gitti sınıftan.


Öğrenci yolda yürüyordu. "Bu sadece bir kurs, bu sadece bir kurs" diye tekrarladı kendi kendine... Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Ertesi güne bir Venüs resmi isteniyordu. O ise var olmayan bir şeyi çizemiyordu. Gördüğü ilk bara girdi. Bardaklar ardı ardına boşaldı. Masalarda gezinen bir genç kız ilişti gözüne. En fazla 20 yaşında olmalıydı. Sarhoştu... En az resim öğrencisi kadar sarhoştu... Yalnız yakaladığı bir an yanına yanaştı.


"Biraz para kazanmak ister misin? "

"Ne" dedi genç kız, sinirlenmişti...

"Hayır , hayır yanlış anlama " derken geri adım atmak üzereydi ki,

"100 lira" diye cevap verdi genç kız ve " sadece 2 saat " diye ekledi.


Öğrenci derin bir oh çekti. Sonra daha sakin bir tonla konuşmaya başladı.

" Para tamamdır. Fakat ben sadece senin resmini yapmak istiyorum, istediğim başka bir şey yok. Senin için resim sorun olur mu? "

"Para tamam olduktan sonra sorun değil. İster çiz, ister boya" arkadan bir kahkaha patlattı.


Genç kız gülerken resim öğrencisi içinde bir ezilme hissetti. Birlikte İstiklal caddesinde Tünele doğru yürüyüp bir ara sokağa girdiler.


Resim öğrencisinin dairesi küçük, dağınık ve pisti. Genç kız etrafı kısaca süzdekten sonra giriş kapısının hemen karşısında duran yatağa oturdu. " Burası iyi mi? " derken hızla hırkasını çıkardı.

Öğrenci sıkıntılı bir şekilde "olur" dedi.


On dakika sonra genç kız yatakta çırılçıplak uzanıyor, resim öğrencisiyse elinde paleti, yoktan birşey var edememenin verdiği güvensizlikle fırça darbelerini hızlandırıyordu. Dakikalarca göz göze gelmemeye özen göstererek işlerini yaptılar. Genç kız sık sık tavandaki çatlaklardan hikayeler yazdı, öğrenci renkleri karıştırarak doğayla yarıştı.

Beline kadar inen siyah saçlarını resmetmek belki de herşeyden zordu. Saçları gür, dalga dalga sımsıcaktı... Öğrenci fırçayı düşünceli bir şekilde bir kaç kez palete vurdu. Sonra siyah boya, ardından siyahı ısıtmak için biraz kırmızı ve biraz zeytin yağı... Hepsini kavanozda çalkaladı. Genç kız şaşkın bir ifadeyle gözlerine bakınca gülümsemekle yetindi.


İki saat dolmak üzereydi fakat genç kız içkinin de etkisiyle göz kapaklarındaki ağırlığa yenildi. Tam üç buçuk saat sonra Venüs not verilebilir durumdaydı.


Öğrenci genç kızın üzerine oldukça kalın bir battaniye örttü. Ve kendisi soğuğa aldırmadan balkona çıktı , bir sigara yaktı. Beşinci kattaki evin balkonundan fısıltıyla karışık bir ses şehrin ışıklarına karıştı:


"Ey dünya; istediğinde ne cömert, istediğinde ne zalimsin. Bu resim benden sana bir armağan olsun.Baktıkça kendini gör. Kendi zulmünü, kendi cömertliğini... Yüzüne her baktığında, senin yüzünden güzel bu yüzü gör... Yüzüne her baktığında, senin yüzünden düşülen çaresizliği gör..."


O gece hiç uyumadı. Balkonda öylece güneşin doğuşunu izledi...


Gün ağardı, hava ısındı. Gecenin kışından eser kalmamış, yalancı bir bahar sarmıştı dört yanı... Öğrenci usulca genç kızın yanına yaklaştı. Yüzünü günün aydınlığında bir kez daha inceledi. Resimdekinden çok daha güzel olduğunu, ona haksızlık yaptığını düşündü. Hemen yanına 100 lira, küçük bir kağıtta da kısa bir not bıraktı:


"Kapıyı çekip çıkabilirsin. Venüs'ten daha güzelsin. Teşekkürler... "



Resim öğretmeni hiç ses çıkarmadan 15 dakikadır resmi inceliyordu. Öğrenci heyecan içinde yanında bir put gibi duruyordu. Sonunda öğretmen sessizliğini bozdu:


" Güzel. Güzel. Çok güzel... Sende yetenek ve yaratıcılık olduğunu biliyordum. Beni yanıltmadın. Yalnızzzzz, ufak tefek tavsiyelerim olacak. Yüzüne bak, ne görüyorsun? "


Öğrenci öylece boş boş baktı. Öğretmen devam etti:


"Aydınlık. Çok fazla aydınlık... Unutma , ışığın üzerinde her zaman karanlık vardır"


İçinden güldü öğrenci. O kızla tanışmış olsaydı bu göbekli çirkin öğretmen, bazı insanların yüzünde karanlığın kayıp gideceğini bilirdi.



Resim öğretmeni öğrencilerin yaptığı tüm resimleri götürüp galeri sahibi bir arkadaşına sattı. Gönlünü eğlendirecekti bu gece... Daha önce eline geçmiş olan bir telefon numarasını aradı:


"Merhaba küçük hanım. Güzelliğinizi bir arkadaşımdan duydum. Acaba bu gece beni ziyaret edebilir misiniz diye merak ediyordum."


" 100 lira" diye cevap geldi telefonun diğer ucundan


"Para hiç sorun değil. Akşama bekliyorum."


Aynı anda telefonu kapattılar.

Resim öğretmeni ellerini ovuştururken, genç kız beşinci kattaki evin kapısını çekti. Uzun siyah saçlarını savura savura basamakları inmeye başladı...

21 Kasım 2009 Cumartesi

Karşılaşma



Aklıma yeni bir hikaye gelene kadar yine yazamayacağım. Şimdi bir hikaye yaşama zamanı... Onu tamamladıktan sonra yazmak zor olmaz. Bulmak için yola çıkmalıyım. Az ve uz gitmeliyim. Dere tepe düz gitmeliyim. Kafdağının ardına gelince, zümrüdüanka kuşunu gördüğüm yerde " Bak " demeliyim ona. " Yalnız sen mi ? Ben de küllerimden yeniden doğuyorum."

21 Ekim 2009 Çarşamba

Ölümsüz...


hiç yaşlanmayacağım ben... Pamuk prensesin camdan bir tabut içinde güzelliğini saklaması gibi aynı, hiç yaşlanmayacağım...

Aynanın önünde oturuyorum bugün. Aynı dün olduğu gibi... Kırmızı rujumu tazeleme gereği duymadan... koruyor canlılığını. tıpkı benim gibi... Tüm zaferlerim ve tüm yenilgilerim ellerimde.
Önemsiz zaferler ve önemsiz yenilgiler... Bir dünyanın, bir ülkesinde, bir şehrinde, bir evinde kazanılmış ve kaybedilmiş savaşlar benimkiler. Basit bir nihilizm tasviri değil tüm bunlar. ben bir nihilist değilim. olsa olsa boşvermişliğin, beklentisizliğin öylesine yapılmış tanımları...

öylesine güzelim ki, kendime bakıyorum yıllardır ayna karşısında... ve hiç sıkılmıyorum yüz hatlarımdan. ezberlemiş olmam önemli değil. Kendine doğuyor güneşler, kendine sönüyor masadaki mumlar, ve ben kendine aşık ve ben kendinden nefret eden...

iskambil kağıtlarından bir dünya yaratmışım kendime. Sonra minik bir nefesle yıkılmış. Umrumda mı ? Asla ! Ben burdayım, ben varım, ve izliyorum gözlerimi. hiç bıkmadan aynı bakıyor o gözler gözlerime.

Yıllardır düşünüyorum, bir elim yüzümde... hiç ama hiç üşümedim ki ben... Hiç düşmedim ki boşluğa... hiç hasta olmadım ki...

Asla kalkamam yerimden. Asla dans edemem. Asla koşamam, yürüyemem...

Hiç yaşlanmayacağım ben... Pamuk prensesin camdan bir tabut içinde güzelliğini saklaması gibi aynı, hiç yaşlanmayacağım...

Ben bir fotoğrafım...
Öyle güzel, öyle ölümsüz , öyle yaşamsız, öyle cansız...

11 Ocak 2009 Pazar

........

Ben alışılmış şeyleri sevmem, bilirsin
Yaşamaksa dilediğim gibi yaşamalıyım
Sevmekse gönlümce sevmeliyim
Kendi ellerimle yazmalıyım alın yazımı
Ölmekse istediğim anda ölmeliyim...

Ümit Yaşar Oğuzcan

12 Eylül 2007 Çarşamba


Sevgili Eylül,


Bu mektubu sana çok uzaklardan yazıyorum demek isterdim ama üzgünüm...Tam içinden yazıyorum, tam kalbinden...


Yıllar önce yazmıştım yine "Biricik Eylüle" diye...Varlığımın tatlı sorgulayıcısı, ölümün göz kırpığı, doğumumun lokomotifi , biricik, tatlı, sulugöz Eylülüm benim... Bugün sana dün olduğundan daha yakınım.Tükettiklerimle geldim sana , yenilerini bulmak için...

16 Mayıs 2007 Çarşamba